14 Ekim 2015 Çarşamba

Ankara diye bir şehir yoktur. Ankara diye insanlar vardır!

Terörün her türlüsünü kınıyorum da, Ankarama uzanan eller gani gani kırılsın!!


“Ankara diye bir şehir yoktur. Ankara diye insanlar vardır.”
Var ya, can evimden vuruldum resmen. Nasıl da yerinde bir ifade.!
Doğru.
Ankara diye insanlar vardır.
Ve o insanlar, güven demek, sahicilik demek, vicdan demek, merhamet demek, birlik beraberlik, kenetlenmek demektir. Huzur demektir. Neşe, coşku, ferahlık, aidiyet demektir. Ya da benim aklıma ilk bunlar geliyor. Çünkü benim Ankara’larım öyle.
Nedense sonbahar geldi mi daha çok özlüyorum memleketimi.. Ekim yumuşak geçer, gündüzleri ılık, geceler serin..
Ankara’m, Kasım geldi mi kasımpatı kokar. Kokusu yoktur ki dersiniz şimdi.. Bir çeşit vardır kokusu, Kasım’larda Atatürk kokar Ankara..
Anıtkabir’in yolları, yolundaki aslanları, o yolda yürüyen Ankara’ları gelir gözümün önüne..
Kış dedin mi közlenmiş kestane kokar, o simsiyah is kokusuyla karışık. Yahu insan is kokusunu sever mi dersiniz.. Memleketim gibi kokunca sever işte.. 
Ankara’lar, ellerinde birer kese kağıdı, içinde kabuğu kömür olmuş kestanelerle, bir taraftan parmakları yana yana ayıklayıp yerken, sokaklarda söyleşe gülüşe yürürler. Ayıkladığınızı yanındakine verirsiniz, o da kendi ayıkladığını size ikram eder. Birbirinizi doyurursunuz yani..
Ayazı fenadır. Burnum donup kopacak, yerlere düşecek, yüzümden ayrılıverecek dersiniz. Elleriniz uyuşur soğuktan. Kulaklarınızı hissetmezsiniz, o kadar yani...
Ama girer bol tarçınlı bir salep çekersiniz kendinize.. Canına yandığımın salebi de ılınmak bilmez bir türlü.. Varsın diliniz bir güzel yansın.. Bir dost muhabbeti ile salep birleşti mi, tadına doyum olmaz.
Kar yağdı mı harbiden yağar. 
Öyle İstanbul’daki gibi yere düşen kar eriyivermez. Sözünün eri yiğit gibi düştüğü yere yapışır kalır. Bilek boyu oluverir kaşla göz arasında.. O tertemiz kar, ilk bastığınızda bir gıcırdar, bir gıcırdar, öyle güzel sestir ki o..
İşte bu yüzden karla ilgili çok anısı vardır Ankara’ların. O konuyu açmayagörün, askerlik hatıraları gibi anlatır dururlar; susturamazsınız..
İstanbul gibi gezip tozacak yeri fazla yoktur. Ankara’da hayat dostluktan ibarettir o yüzden. 
Bir program yapacaksanız özünde “insan” vardır. Yani, Ayşe ile buluşacaksanız, amaç Ayşe’yi görmektir, gideceğiniz yer sadece teferruat..
İstanbul’a ilk taşındığımda hayret etmiştim. Önce mekan seçiliyor, misal, Boğaz’da kahvaltı; sonra kimlerle gidileceği belirleniyor.. Yani asıl amaç Boğaz’da kahvaltı. 
Ayşe gelmezse Fatma aranır, yeter ki Boğaz’a gidilsin.. Masaya otururken genelde denize bakacak şekilde oturulur, mümkünse yan yana da dizilebilir, yeter ki deniz görünsün.
Bir gün baktım ki, sırtını denize dönüp oturan bir tek biz Ankara’larız. Denizi sevmediğimizden değil ha, dostluğu ilk sıraya koyduğumuzdan.. Keza sabah kahvaltısı diye buluşup gazete okumak da beni ayrı şok eden bir şeydi. Ankara’da da gazete var kardeşim, ama biz evde okuruz onu. Madem denize bakarak gazete okuyacaktın, beni niye çağırıyorsun?
Diyeceğim o ki, yalnız değildir Ankara insanı. Etrafı illa ki dostlarla çevrilidir. 
Akşam gittin, bir kargacık burgacık meyhanede iki tek rakı mı içtin, herkes birbirini eve bırakır, kendi giden varsa mutlaka sağ salim vardın mı diye aranır. 
Seyahate mi çıktın, giderken arar veda edersin, gelince arar, ben geldim dersin. İster iki gün git, ister iki ay.. Birileri vardır mutlaka senin yolunu gözleyen..
Hastasın diye programlar iptal edilmez. Program senin evinde yapılır. Toplaşılır gelinir, hasta yatağının başında muhabbet edilir. Sen uyuyakaldıysan, fısıldaşarak çıkarlar odandan.. Uyanınca onları yine evinde, yanıbaşında bulursun, sen uyurken güldükleri şeyleri anlatırlar, sen de güler ağrını, tasanı unutursun..
Önceden planlanmaz her buluşma. Bir akşamüstü, fırından yeni çıkmış esmer, kavruk, çıtırık Ankara simidini alırsın, telefon edersin, “Evdeysen sana geliyorum.” demen yeterlidir. Eski kaşar, demli çay eşliğinde seni bekliyor olur Ankara’ların.. Herkes birbirini arar, müsait olan kim varsa doluşur eve. Öyle ikram derdi yaşanmaz. Beraber yumurta kırsan, bir menemen, bir bulgur pilavı attırsan, en şahane ziyafet niyetine moh moh yenir.
Sevincinde sırtını sıvazlayanın, üzüntünde gözyaşını silenin dolar etrafına.. Dedim ya, Ankara yalnızlar şehri değildir.


Ben Ankara’dan taşınalı tam 18 sene olmuş. Laf aramızda son gidişlerimde hep üzüldüm. Çünkü şehir olarak, şekil olarak Ankara benim bıraktığım Ankara değil. Çocukluğumun, ilk gençliğimin geçtiği yerler, Kızılay, Tunalı, Mithatpaşa, Bahçelievler, Çankaya .. öksüz kalmışlar sanki.. Herkes şehir dışında yaşıyor. 
Şehre eğer Ulus tarafından girmezsem, kendimi Ankara’ya girmiş gibi hissetmiyorum. Tunalı’da Flamingo kapanmış, salebimi nerede içeceğim diyorum.. Merkez Lokantası kapanmış, Anneler Günü’nü nerede kutlayacağız, o mavi kutularda mis gibi süt kokan dondurmaları nereden alacağız diyorum, Vakko kapandığından beri Kızılay ucubik bir yere dönüştü benim için.. Ne bileyim, Ankara sanki o 80li -90lı yıllardaki haliyle beynimde bir dosya gibi “save edilmiş”, ama yerinde yeller esiyor.
Sonra bakıyorum şöyle etrafıma.. Şükürler olsun, “Ankara’larım” yanımda diyorum. Benim için Ankara artık onlar diyorum.
Derler ki , her Ankara’lı, İstanbul’a geldiğinde, kendi küçük Ankara’sını kurarmış. Ben nerede olursam olayım, ister Türkiye’mde, ister dünyanın öbür ucunda, o ahretlik Ankara’larım varolduğu sürece benim sırtım bu dünyada asla yere gelmez diyorum.
Ankara diye bir şehir yok artık gerçekten.
Ankara diye insanlar var.
Doğru .
Ben nerede olursam olayım, ben Ankara’yım.


Bige Güven Kızılay
06.10.2015

1 yorum:

  1. Ben sonradan olma Ankara'lıyım. İlk başlarda hiç seveceğimi sanmamıştım burayı. Bursa gibi yeşil değil beton bir şehir diye düşünmüştüm. Ama dediğiniz gibi burada dostluklar sevdiriyor bu şehri. İnsanlar Ankara gerçekten de.

    YanıtlaSil

söyleyecek bir şeyin vardır mutlaka

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...