17 Ağustos 2012 Cuma

Sahipsiz enik kıvamında otobüsten atılma korkusuyla bayram yolculuğuna saatler kala :S

Yolcuyuz bu akşam.
Bayram nedeniyle ailemizin yanına gidiyoruz, ben, pamuğum ve kardeşle.
Pamuğum, keten helvamla birlikte yolculuk yapacağımızda hep en yerel, en küçük firmanın en boş olabilecek seferini seçmeye çalışırım ki sorun yaşamayalım.
Çocuğumu aşağı, o havasız, karanlık yere koymak istemiyorum.
Hele de bu sıcakta!!
Ki bazı firmalar bagaja bile almıyor.
İnsan taşıyormuş kendileri!
Emin misiniz?
Siz de bu araçta taşınıyor sayılmıyor musunuz peki??
"Otobüsün arkasına bağlayalım koşsun isterseniz" diye kavga etmişliğim de vardır.
Genelde polemiğe girmeden, çaktırmadan yukarı alırım, ayaklarımın dibinde durur.
Bir de yerleşirim ki sıkıca, yerleşince indirmek için kazıması gerektiği duygusuna kapılıp, koltuk zarar görmesin diye vazgeçip yumsunlar.
Ses telleri küçükken geçirdiği soğuk algınlığından zarar gördüğü için zaten miyavlamıyor.
Ama ne zaman otobüse binsek ulumaya başlar sağolsun; böyle belli belirsiz, üzerine basılmış, küçük lastik ördek vikklemesi şeklinde bi ses.
Pek duyulmuyor zaten de, bazen duyulsun diye bütün enerjisini kullanıyor.
Bu nedenle otobüs firmalarına sesli yayın yasağı getiren yasayı esefle kınıyorum.
Taşıma kafesinin içinde çok sıkıldığı zaman tepinip, taklalar atıyor benim küçük canavarım.
Ama üzerinde örtüsü var, zaten olmasa da kedi dediğin tüyleri uçuşan bi yaratık diildir.
Artı yanımdaki yolcu benim kardeş, rahatsız olacak da diil.
Almışım en arka koltuktan yerimi.
Ee daha ne olsun?
Bu defa uyku ilacı da aldım pek hoşlanmasam da.
Daha önce denediklerime bana mısın dememişti, bi anestezi bağımlılığı var ama nereden çözebilmiş diilim.
Ben yokken alkol mü alıyor nedir?
10 saat aç bırakmamı söyledi veteriner, ilacı vermeden önce.
5 saat de yolculuk, 15 saat.
Açlıktan ölmese bari..

Kabusumdur sorun çıkaran bi sefere denk gelmek.
Host ya da hostes koridorda her arkaya doğru yürüyüşünde yüreğim ağzıma gelir.
Geliyo, atacak bizi, sus mercann sus!
Her yolculukta ömrümün biraz daha kısaldığını hissediyorum.
Bakalım bu akşam bizi neler bekliyor.
Ensemizden tutulup otobüsten atılmadan varabilirsek eğer, ailemizle bi bayram geçireceğiz.
Bizim için dua edin.
Herkese sevdikleriyle birlikte geçireceği mutluluk dolu şeker gibi bayramlar diliyorum..




14 Ağustos 2012 Salı

Hep görürsünüz ya "trombosite ihtiyaç var" diye, anlamı şudur efendim


Face'de, otobüslerde, duraklarda sıkça görmüşsünüzdür "çocuğumuz için trombosite ihtiyaç var" ilanlarını.
Çoğunlukla gerçek diildir diye düşünmüş ya da en iyi ihtimalle "bulunur inşallah" diyip geçmişsinizdir, genellikle de ne olduğunu bilmeden.
Lösemi hastaları için hayati derecede önemlidir.
Ve o sizin önemsemediğiniz zaman diliminde gözü yollarda, trombosit bağışı bekleyen, bunun için günlerce dua eden anneler, küçük güzel çocuklar vardır bir yerlerde..


Trombosit; kanda pıhtılaşmayı sağlayan bir maddedir. Çiş gibi görünür, rengi sarıdır.
Trombosit bağışı yaparken; bir koldan kan alınır ve bir makineye aktarılır.
Makine kanı süzerek, trombositleri ayırır.
Trombositleri ayrılmış kan, diğer kolunuzdan size geri verilir.
Bu işlem vericinin kanının durumuna göre 30 dakika-60 dakika arasında değişebilir.

Verilen trombositi vücut 4 günde yeniden oluşturulur.
Yani bu trombosit, 4 günde yerine koyulabilen ve hayat kurtaran birşeydir.
Nasılsa biri vermiştir diye gördüğünüz ilanlara kayıtsız kalmamanız dileğiyle..

İlginç Sorular Mimi

Sevgili Bricit, Tuvaletkağıdı ve Maviumut beni mimlemişler.
Sorular biraz zor.
Teşekkür ediyor ve başlıyorum:


Çaresi bulunmayan bir hastalığa yakalandınız ve bunun sonucunda yaklaşık 1 yıllık ömrünüzün kaldığını öğrendiniz. Kalan 1 yılınızda ne yapardınız ?
Algılamam biraz zaman alır sanırım.
Sonra oturup üzülürüm.
Üzülmekten sıkılınca, "şurada 1 yıl ömrüm kalmış, yarısını böyle mi harcıyorum" diye kendime öfkelenirim.
Öfke nöbetim de biterse nihayet, zamanımın az kaldığını farkedip, değerlendirmeye karar veririm.
Sağlık durumum el veriyorsa, yataklara düşmüyorsam eğer ölmeden önce yapılacaklar listemi gözden geçiririr, eksik maddeleri tamamlamak isterim.
-Yunuslarla yüzmek
-Yamaç paraşütü yapmak
-Bi koalayı kucağına almak
-Batın'la tanışmak (Anne olmak yani) de buna zaman yetmez gibi görünüyo. SOn yılımı kocaman bir karın ve mide bulantılarıyla geçireye gerek de yok.
Hem kim bakacak o çocukcağıza ben ölünce. Bu maddeyi atlayalım.
Bi de tezimi bitirip, dünya gözüyle Dr. ünvanının ismimin önüne eklendiğini görmek isterim.
De bunun için öleceğimi mi öğrenmem gerekiyor diye sordum birden kendime :S
Sıradaki soru.. (işine gelmeyince kaçma hareketleri bunlar!)

Fobileriniz , takıntılarınız var mı ? Varsa neler ?
Karanlıktan, balkon tipi yerlerden ve dişçiden korkuyorum.
Dişçi anıları dinleyemem hiç.
Balkona çıkarım fakat ön kısmına yaklaşınca başım dönüyor, ikinci katta bile olsam.
Takıntılarımı burada uzun uzun yazmıştım.

Bir sabah kalktınız ve dünyada hiç bir insan olmadığını öğrendiniz, ne yapardınız?
Hiç mi yok?
Hiçbiri mi?
Kimse mi yok cidden??
Önce inanmam, bakarım her yere, herkesi ararım bir bir.
Aaa hakkaten diyip, sevdiklerimin de olmadığını görünce önce bi üzülürüm.
Sonra dünya bana kaldı yahu diyip napabilirim diye düşünürüm.
İşe gitmeye gerek yok.
Bankalardaki bütün para da benim, dicem de parayı verecek kimse de yok.
Bütün kitaplar bedava, yaşasınnn.
Yemekler de, gerçi onca yiyeceği tükemem, çok da dayanmaz bozulurlar.
Ee bana kim kebap yapacak, ya da tiramisu, ya da cips?
Dünyayı gezeyim desem, arabama benzini nasıl alıcam?
Araba bozulursa?
Bütün arabalar benim ki, değiştiririm,o mesele diil.
Off öğrenmem gereken ne çok şey var..
Hayvanlar duruyor ama di mi?
Aaa, bütün evler de benim olduğuna göre istediğim insanın evine girip eşyalarını da karıştırabilirim.
Artık etik derdi de yok.
Bak en çok bunu sevdim.
Bakalım kim benden neler saklıyormuş..

Dünyayı dolaşmak isteseniz hangi ülkeden başlardınız ? Neden ? 
Avustralya.
Çünkü koalalar orada.
Diğer en çok merak ettiğim de Roma, Vatikan, Aşk çeşmesi.
Nedeni mimari ve de pizza tabi ki.

İtiraf edin prens/prenses e dönüşür diye kaç kurbağa öptünüz ? 
Kurbağa öpmedim çünkü denk gelmedim.
Beklentisiz de öperim sorun diil, hayvanseverimdir ben.
İlgi alanım genelde büyükbaşlardır.
Öküz öptüm, gergedan öptüm, odun öptüm bol bol.
Onlar bişeye dönüşmedi ama  bendeki odun taraf o öpücüklerden gelme zannedersem.

Asla yanınızdan ayırmadığınız 3 şey ?
Telefon kulaklığım, müziksiz olmaz.
Minik, taraklı, katlanan aynam.
Yüz için güneş koruyucum.
Tamam biraz süslüyüm.

Hayatınızın bir kitap/ film olmasını isteseydiniz hangi kitap/film olmasını isterdiniz ?
Öyle bi kitap var: İki Yeşil Su Samuru_Buket Uzuner.
Hep günlüğüme dokunur gibi hissetmişimdir sayfaları karıştırırken.
Olaylar olmasa da duygular, heyecanlar, korkular, tepkiler o kadar aynı ki Nilsu'yla.
Çok özeldir benim için o kitap.

Ama istek yapıyorsam 3 idiots'taki Ranco olmak isterdim.
Hayata onun kadar pozitif bakmak ve hayatımı tutku duyduğum şeylerle geçirmek.

En yakın arkadaşınızın bir uzaylı olduğunu ve sizi ilk denek olarak kendi gezegenine götüreceğini öğrendiniz, ne yapardınız ? 
Yalan mıymış yani? 
Sırf bu yüzden mi onca zaman arkadaşım gibi davranmış?
Anlattıkları da mı yalanmış, o çocuklar, o ağlamalar... önce onu bi öğrenmek isterim.
Yalansa hayatta gitmem, bitmişir benim için.
Silerim kendisini.
Yok doğruysa, o zaman düşünürüm.
Pek istekli olduğumu söyleyemem.
Orada yiyebileceğim şeyler var mı, bana iğne batıracaklar mı, bi yerimi kesip alacaklar mı bunlar önemli şeyler.
Sivilcelere iyi gelen bi uygulamaları var mı?
Varsa neden hala buradayız, çıksak ya yola bir an önce aaa yolumuz uzun.
 
İsviçreli bilim adamları görünmezlik hapını buldu ve siz bu hapı kullanan ilk kişisiniz. Hapı kullandıktan sonra yapacağınız ilk şey nedir? 
İŞte şimdi düştünüz elime!
Önce sinirimi bozan insanlara dadanırım.
Bardağı masaya mı koydu, bardağı diğer tarafa koyarım.
Eşyalarının yerini değiştiririm, kafayı yesin biraz.
Önemli belgelerini yırtarım.
Bilgisayarını çökertiririm.
Giysilerine nar suyu dökerim.
Dışarıda eğlenirken elbisesinin fermuarını açarım.
Yih yihh yihhh yaşasın kötülük.

Sonra hocalarıma gider, kulaklarına kendimle ilgili harika şeyler fısıldarım.
Ne kadar çalışkan, ne kadar disiplinli, ne kadar canayakın, ne kadar akıllı.... olduğumu.
Kulaklarına küpe olsun.

Sık sık uçağa biner ve istediğim yere gidip dönerdim.
Ne var ki, o uçak zaten gidiyor oraya, ben olsam da olmasam da.

Kendimizi kötü hissettiğimizde yaptığımız şeyler?
Genelde yürürüm.
Sadece yürürüm.
Bazen kulaklığımı takar, daha önce girmediğim sokaklara dalar, önce kaybolup, sonra yolumu bulmaya çalışırım.
Çok yakın arkadaşlarımdan birini arayıp, nefes alamdan bıdı bıdıı bıdı konuşur, yorulunca cevabını beklemeden "ohh iyi geldi, teşekkürler" diyip kapatırım.
Ya da ikea ya giderim, showroomlarını dolaşırım.
Evimin olduğu kadar ruhumun da herşeyi.

Bu mimi herkes cevapladı sanırım.
Kimse kalmadı sanki.
Kalan olduysa onlara gelsin..





13 Ağustos 2012 Pazartesi

Dünyadaki cehennemdir bir otogar eğer veda sahnesi gerektiyorsa..


Kendime dair hatırlayabildiğim en eski anılar şehirlerarası otobüs terminallerine aittir.
Ya birileri gidiyordur ya da ben geride en sevdiklerimi bırakarak.
Ağlamaktan gözlerim çizgiye, suratım patatese dönüşerek.
Avazım çıktığı kadar gitmeeee/gitmicemmmm diye bağırarak.
Hele o son dakikalar var ya son dakikalar, "hiç bitmesin nolur"la "yeter, bir an önce bitsin bu işkence" arasında sıkışıp kalarak..
Gitmek mi zor, kalmak mı sorusunu daha o yaşta sormuşumdur kendime.
Sonuçta hiçbir şey değişmemiş, dört tekerlekli kocaman bir böcek en sevdiklerimi yutup, etime bir kanca geçirip uzaklaşmıştır yavaş yavaş.
20'li yaşlarımın sonunda vedalaşmaları, özellikle de otogar vedalaşmalarını çıkarmıştım hayatımdan.
Sevdiklerimle doğal ortamlarında vedalaşıyordum.
Otogar yok, giden otobüs yok, el sallamak yok.
Bugün kaçamadım.
Ankara söğütözü ulusoy terminali.
Mavi-beyaz bir böcek.
İçinde çok sevilen.
Bırakmamak istemek.
Tam kapanırken o kapı, içine atlamamak için kendini zor tutmak.
Bi kere daha sarılmak istemek sımsıkı, yetmeyeceğini bilerek.
Ve o böceğin çok sevileni alarak kaybolması gözden.
Kancanın etini söküp, koparması.
Şaşkın şakın bakakalmak öylece.
Ağlayamamak, gidememek, sadece bakakalmak..
Sadece iki kelime dökülmesi dudaklarından: gitme!
Yine de evren olumsuz mesajı anlamaz, olumlu kuralım cümlelerimizi diyerek düzeltmek:
"Benimle kallll!"






5 Ağustos 2012 Pazar

İKi Cami Arasında Aşk

İki Cami Arasında Aşk_Mürvet Sarıyıldız

Dün başlamıştım, bu sabah bitirdim.
Mimar Sinan'ın Mihrimah Sultan'a olan platonik aşkını anlatıyor.
Mihrimah on beşinde, Sinan ellisine gelmek üzeredir.
Üstelik de 3 yıl önce ikinci eşiyle evlenmiştir.
Karaboğdan seferinde Mihrimah'ı görmesiyle tüm hayatı alt üst olur.
Sonrasında kendini sanatına verir.
Bilindik bir hikaye diye rahatça yazıyorum, zaten arka kapakta da var bu kısımlar.
Hala Sinan'ı tanıyor, hayranlık duyuyorsak, Mihrimah Sultana olan aşkı nedeniyle.

4 Ağustos 2012 Cumartesi

Diyorum ki..


Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları "SU"

Sağlam bir Buket Uzuner hayranı olarak, yeni kitabı çıktığını duyduğumda heyecan duydum.
Kaç defadır kitabevinde elime alıp, evirip çevirip bıraktım.
"Uyumsuz Defne Kaman'ın Maceraları" diyince böyle Tenten'in çizgi romanını okuyacakmışım gibi bi hisse kapıldığım için bi isteksizlik gelişti nedense.
Arkasını okuduğumda da şamanizm, kutagu bilig falan görünce ne alaka dedim.

Tam tatile gidiyorum, akşamında yolcuyum, valizimi haızrlıyorum; hangi kitabı alsam yanıma
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...