25 Haziran 2012 Pazartesi

Harika bir haber

Cuma günü dekan sekreterinden bir telefon aldım Sayın Dekanımın benimle görüşmek istediğine dair.
Ama 1,5 saat sonra.
Bir dekan bir asistanı neden görmek ister ki?
Ya üstün bir başarısından ötürü tebrik edecektir; ki şu aralar pek üstün başarılarım yok.
Ya iş vereektir; onu da sadece bana vermez.
Ya kapının önüne koyacaktır; :S

"Gelemem" dedim, "hastaneye gitmem lazım"
Yani sadece şu cümle için bile kapının önüne koyabilir beni.
Ben koyardım şahsen.
"Asistan parçası, sen kim oluyorsun da ben seninle muhattap olmayı kabul ederken gelmiyorsun?" derdim.
Neyse ki sevgili hocalarım bana benzemiyorlar..

Bu sabah gittim yanına.
Toplantıya gidiyormuş.
Ayaküstü durdu, sekreterine karanamemi bulmasını ve bana imzalatmasını söyledi.
Kararnamen derken?
Ya atmasaydınız keşke, bir şans daha, söz akıllı olcam, tezimi de yazıcam, sabah 10 da da gelmicem bi daha..
Tebbellüğ ettim yaz, imzala dedi.
Ama ama ama..



Sonra üst kısımdaki yazıya çarptı gözüm:
2547 sayılı kanunun 50/d maddesinde bulunan kadrosunun 33/a maddesine geçirilmesine..
33/a maddesine geçirilmesine..
33!!
!!

Aman Allahımmmmm..


50/d kadrosu öğrenimin devam ettiği sürece geçerlidir.
Tezini teslim edersin, sana mutluluklar dileyerek yolları ayırırlar.
O güne yatırım olarak, Doktora diplomamı boynuma asıp Tunalı'da gitar çalarak para kazanayım diye gitar çalmayı öğrendim.
Yok tutunamazsam Bodrum marinaya tezgah açıp, turistlere ebru yapıp satarım diye ebru kursuna gittim.

33/a ise daimi kadrodur.
Ben almıyım, hiç işim olmaz yükselmekle dersen oradan emekli olabilirsin..

Özetle; bir asistanın başına gelebilecek en güzel şeydir 33. maddeye geçmek..

Daha Türkçesi daimi kadroya geçtim..
Yihihahuuuuuuu!


Ne yazmam gerekiyordu sol alt köşeye?
Şu telaffuz edemediğim, ancak heceleyerek yazamayı becerebildiğim cümle:

Tebellüğ Ettim
25.05.2012
İmza

23 Haziran 2012 Cumartesi

Bugün öğrendiklerim mimi

"Bugün ne öğrendin?" diye sormuştu Bricit..
Bütün samimietimle ve sıcağı sıcağına cevap vereyim.
Bugün, hem de biraz önce, ne öğrendim biliyor musun?

Benim için "baba", sevgisini dolu dolu gösteren, kucağında uyuyup, tepesine çıktığın, vıcık vıcık sevgiyi yaadığın bi varlıktı.
"Anne" ise, mesafeli, kurallı, sık tartışılan ama "seviyodur annedir" dediğin bi varlık.


Bugün annemin, babaları sevgisini göstere göstere yaşadı ve onlara doyamadan gitti diye çocuklarını yıllardır uzaktan sevmeyi tercih ettiğini öğrendim.
Annem aslında beni hep çok seviyormuş..

Mutlu hissetmekle, 
bugüne kadar bunu anlayamadığım için aptal gibi hissetmek arasındayım.
Gözyaşlarım hangisine hitap ediyor bilemiyorum.
Ama ağır oldu be Bricit..




Bayıldım

Kaç kere okudum bilmiyorum.
Ben buna bayıldım, oku oku doyamadım.
Güzel insanlara:
Güzel insanlar oluşurlar..



22 Haziran 2012 Cuma

Takıntılı Mim

Sevgili Kuul'umsu takıntılarımı var mı diye sormuş.
Olmaz mıı?
Doğru yere geldin arkadaşım, geç otur yorulursun :)

Başlayayım mı?


Sabah erken kalkılacaksa sadece saatim çaldığında kalkarım.
Saat çalmadan biri de uyandırsa, kendim de uyansam mümkün diil.
O saat çalacak.
Saatin kurulması da küsüratlara denk getirilir: 07:02, 07:17, 06: 42.
2 dakika daha uyku hayat kurtarır.


Yaz zamanı gündüz dışarı çıkılmışsa ve bi yere oturulmuşsa en büyük sıkıntı "ne içicem ben" olur.
Asitli içeceklerle hiç aram yok.
Küçüklüğümden beri sevmem onları.
4 yaşındayken kola içmeye çalıştığımda yüzüme sıçrardı kolanın asidi, sinir olurdum.
Meyve suyu falan da sevmem.
Tazeyse olur.
Bütün yaz ice tea içmekten bi süre sonra fenalık gelir.
Her yerin limonatası da güzel olmaz..
Ben su alayım diyince de niyeyse garson bozulur.
Sevmiyorum napiim.


Eve gelince ilk iş kıyafet değiştirilecek.
Hele de yazın.
Daha salonda çıkarılır o üstteki.
Ve dışarıda giyilen tshirt, çorap, eşofman kesinlikle evde giyilmeyecek.
Hangisini kirletmemeye çalışıyorum, bak ondan emin diilim.


Temizlik diyince evde akan sular durur.
Yerde toz görmeyeyim, bütün psikolojim alt üst olur.
Duvarlar üzerime üzerime gelir.
Yeni temizlenmiş evim kadar beni mutlu eden birşey daha yoktur.
Temizlik yaparken Zeyna'ya dönüşerek, tüm kanepeleri altını temizlemek için tek elimle kaldırmış, insana dönüştüğümde de bel ve kas ağrısından o altı mis gibi kanepenin üzerine yığılmış olsam da yaşasın temiz evimdir!


Simetri takıntım yok.
Ama duvarda yamulmuş tablo, çerçeve takıntım var.
Bi düz dursunlar nolur!
Hayır, ben düzeltmek için kalktığımda da durmaz, daha da bi yamulurlar nedense..


Sevdiğim insanlara isimleriyle hitap edememe takıntım var.
Zaten olur da isimlerini söyleyecek olursam tüyleri diken diken oluyor.
"Naptım?" diyorlar.
Bir tek kızgınken ve ciddi birşey konuşurken isimleriyle hitap ediyormuşum.
Özellikle yapmıyorum aslında.
Bana da sevdiğim insanlar Tuğba demesin isterim.
Başka bişey desinler.
Ne bileyim, öyle bi resmiyet giriyo sanki aramıza.
Tanımadığım birinin bana "canım" demesine sinir olurum.
"Nerden canın oluyorum ben senin" demek isterim, ama çoğunlukla susarım..


İLk defa kaldığım bi evde ilk gece asla uyuyamam.
Döner döner dururum..


Yanımda biri varken telefonda konuşamam ya da biraz resmi konuşurum.
En yakın olduğum insan da olsa yanımdaki, en alakasız, kıytırık konu da olsa telefondaki.
Fakat kalkıp konuşursam da yanımdaki insan alınır ya da samimiyetimden şüphe eder diye düşünüp kalkamam.


Yeni tanıştığım insanların burcunu öğrenme takıntım var.
Burcunu bilmezsem kaosa düşmüş gibi hissediyorum.
Tamam herkes aynı diildir ama en azından kabaca, sınırlarını belirleyen bi bilgidir bu.


Önemli bi işe başlarken birşey ters giderse mutlu olurum.
Gitmezse kendim birşeyi ters çeviririm.
Hiç bişey yapamadım, "kazara" tırnağımı kırarım.
"Başlangıçta atlatırsak ters gitme faslını, sonrasına birşey kalmaz"dır düşüncem.
Ama öyle oluyo, gülmeyin lüfen..


Renk uyumu benim için hayati bi konudur.
Bir kere kazağım ve çorabım aynı renk olmaldır.
Buna saatim, küpelerim varsa başka şeyim eşlik etmelidir.
Ama çoraplarım kesinlikle üst giysimle aynı renk olacak.
Olur da sonradan kıyafet değişmeye karar verdim ve çoraplarımı değiştirmeyi unuttumsa o gün korkunç bi gün olur.
Hayır, iş yerinde ayakkabılarımı çıkarmıyorum, ne ilgisi var?
Kimse görmeyebilir ama ben hatırlıyorum..


Bir de karşılık bekleme takıntım var.
Seni aradım, sana bişey talep ettim ya da ben mi başlattım muhabbeti, hadi ikinci de benden, üçüncü de olsun.
Ama dördüncü de sen yapacaksın.
Yoksa düşünmeye başlıyorum: sanırım beni sevmiyor, benimle konuşmak istemiyor, benden hiç hazzetmiyor.. benden nefret ediyora kadar gidebilirim
Küçükken yoktu bu, sonradan edindim.


Ve son olarak, kanlı canlı yaşayıp gördüğüm takıntım hastaneler.
Kokusu zaten hep mide bulantısına sebep olurdu.
Ama herşey bi yana yemek bi yana zihniyetinde olan bi insan olarak hastanede yemek yiyemiyormuşum ve hastaneden gelen herşeyi, üzerimde bulunan giysiyse makineye, bardak vb bişeyse çöpe atıyormuşum.


Tamam yeter bu kadar.
O kadar da zor biri diilim yaa, abartmayın :))


Maviumut  (eğer cevaplamadıysan) söyle bakalım senin takıntıların neler?


Mimleyene not: Mutluluk mimini unuttum sanma. Onu sona saklıyorum..

16 Haziran 2012 Cumartesi

Annee, ben Melek oldum!

"Bir Dilek Tut" derneğini duymuşsunuzdur.
Hayati tehlikesi olan hastalıklarla mücadele eden çocukların bir dileklerini gerçekleştiren bir dernek.
8 yaşında bir çocuğumuz vardı.
Lösemiyle savaşıyor.
Dileği prenses olmaktı.
Ve 13 haziran onun doğum günüydü.
Doğum gününde sabah uyandığı andan itibaren onu prenses yapmak için haftalardır düşünüyoruz neler yapabiliriz diye.
Ve büyük gün geldi çattı.
Sabah 9.30 da çıktım evden, video kameram, netbookum, cd çantamla.
Bikaç küçük detayı da hallettikten sonra 10:00 da evine geldik prensesimizin.
Erkenden uyanmış, heyecanla beklemeye başlamış.

Elbisesini giydirdik, uzun, pembe ve az kabarık istemişti.
Kuaförü geldi, sarı, uzun bi perukla, sarı saçları yapıldı, ojeleri sürüldü.
evden çıkarken arkadaşlarıyla karşılaştık, hepsi şaşkın, "ne güzel olmuşsun!"
Tebessümü görmelisiniz.
Oysa biz de defalarca söylemiştik çok güzel oldun diye.
Ama hava o kadar sıcaktı ki peruğu gün içinde takamadı.

Dışarı çıkıyoruz.
Kameraman olarak çekim yapmak benim görevim.
Kapıdan çıkışını çekiyorum.
Binanın köşesini dönüp arabasıyla karşılaşıyor.
Çocuk bakakalıyor.
Arabayı çekmek için dönüyorum, o sırada görüntü de kayıyor.
Çocuk haklı, ben bile kalakaldım.
Ne güzel süslenmiş bakar mısınız:
Her yerinde kocaman "DİKKAT! BU ARABADA PRENSES VAR" yazısı..

İlk istikamet tabi ki Anıtkabir.
Bu kısım prensese olduğu kadar bana da süpriz oldu, çünkü en son ayarlanamamış ve iptal edilmişti.
Aslanlı yolun başında bizi bekleyen bir asker, bir rehber, bir fotoğrafçı.
Mozoleye prenses olarak bırakılan çiçek.
Ardından ziyarete gelen iki komutan: "Prensesim, sizinle tanışmaya geldik"
Komutanlardan küçük hediyeler.
"Tanıdık mıydı komutanlar?" diye sordum, hayırmış.
"Vayy, iyi insanlar hala var yani" diye düşünürken henüz yeni başladığımızın farkında diildim.

İkinci istikamet Bilkent.
Acıktık ne de olsa..
Restaurant girişi ve restaurant sahipleri tarafından kapıda karşılama:
"Prensesim hoşgeldiniz, biz de sizi bekliyorduk. En güzel yeri size ayırdık"
Gerçekten mekandaki en yeşil ve en serin yerdeki kocaman masa bize ayrılmıştı.
Ardından bir gül geldi prensese.
Ardından restaurant sahipleri tarafından hediye olarak bir pamuk prenses bebeği ve taç.
Yemekte asasıyla beni tavşana çevirip, sonra da ezilmiş tavşan yaptı ama neyse bakalım, gün onun günü.

Üçüncü durak sinema: Madagaskar..
İlk defa 3d film izliyormuş.
Kahkalarını, ekrandaki görüntüleri yakalamak için elini uzatışını görmeliydiniz.
Sinema çıkışı sinema çalışanları tarafından hediye edilen animasyon afişleri ve oyuncak..

Dördüncü durak: Oyun salonu.
Street figher ve hava hokeyi oynamayı çok seviyormuş prensesimiz.
Doğal olarak onlar oynanmadan olur mu hiç!

Ve son durak: Altın köşk..
Sultan Abdülhamit zamanından kalmış ve şimdi özel mülkmüş.
Gönüllülerden oluşan bi grup güzel bayan "prensesim hoşgeldinizzz" diyerek karşılar.
İçeri girerken şu sinemaların başında çalan borazanlı hanedan müziği..
Bahçede bizi bekleyen davetliler ..



Arkadaşlarıyla eğlenecek diye beklerken onu prenses halinde gören kız arkadaşları suratlarını assın mı!
Anneleri dürtüyo, kızım oynasana, dans etsene, arkadaşının yanında dursana.
neyse ki çok geçmeden diğer misafirler geldi.
Hatun her yaşta hatun.
Bu ne çekememezliktir kardeşim yaa..

Pastamızın kolları düşmüş taşıma sırasında.
Yapıştırmaya çalıştık, pek tutmadı ama prenses mumları üfleyene kadar idare etti.
Pasta geliyor doğum günü müziği?
Müzikleri ayarlayan Narçelen hanım, happy birthday şarkısını es geçmiş. :S
internet vardı neyse ki.
Hemen ses sistemi bağlantısını çekip güzel bi doğum günü şarkısı aradım.
Bizim zamanımızda bir tane vardı, ne kadar türemiş, sincaplısı, ayıcıklısı, rock'ı, popu, hey yavrum..
birtaneye güzel işte dedik, tam o sırada bendeniz ya şuna da bakayım derken pasta geldi.
Anons, pastanın içeri girişi ve "happy birthday princess" diye harika bi şarkı başladı.
Peki müzik nerden geliyo??
O son bakmak istediğim parçaya tıklamışım ve açılmış.
tamamen karambol, ve sonuç bi harika..

Pastanın ardından önceden seçtiği sarışın arkadaşı, takım elbisesiyle gelerek prensesimizi tahtına çıkarır.
Taç giyme töreni yapılır.
Ve hediyelerini tahtında kabul eder.
Bir sürü bir sürü hediyesi olur.
İstanbul şubeden de bi dolu hediye yollanmış, oyuncaklar..
Herkes bi tane paket seçip götürdü.
Meslek mi çekiyo nedir, seçtiğim paketin için kırtasiye malzemeleri çıktı :)

Ardından palyaço gelir, yarışmalar ve dansss.
İçimizdeki apaçiler ortaya çıktı..
"Dileğinden mutlu musun?" diye sordum ona.
"Evet, çok. çünkü.." dedi. Ben "çünkü eğlendim, bi sürü hediyem oldu" demesini beklerken cümle şöyle devam etti:
"Çünkü çok güzel insanlar tanıdım"
.......... (Çocuğun yanında ağlamak yok!!)

Parti bitiminde çocuğumuz ve ailesi evine bırakılır, üzerinde artık durulamayan ayaklarla eve dönülür.

Ertesi gün gönüllüler olarak, duygu ve düşüncelerimizi yazmamız istenir.
Yazayım:

Sevgili Bir Dilek Tut Melekleri,

Öncelikle dört bir yanımı sarmış olan kronik mutsuz, her şeyi olan ama yüreğinde zerre kadar umut, inanç, sevgi taşımayan yetişkinler dünyasında hayata sıkı sarılabilmek için kocaman ellere ihtiyaç olmadığını öğrendim. 
Minicik ellerle, fırçanın ucuyla oje sürülen tırnaklarla da tutunulabiliyormuş hayata.

Ve bir annenin karalar bağlamak yerine dünyaya olumlu bakabilmesi de mümkün olabiliyormuş.

Çocuğunun mutluluğu karşısında teşekkür etmek için gelip, kelimeleri seçemeyen bir baba karşısında boğazında oluşan düğüme rağmen gülümsemeye çalışmak zormuş.

29 yaşındayım ve dışarıdan bakıldığında insanların “başarılı” olarak nitelendirdiği biriyim.
Girip de kazanamadığım sınav, isteyip de yapamadığım şey çok az olmuştur hayatımda.

Ne yazık ki baktığımda, bunların hiçbirinin egomu tatmin etmekten başka, kendimden başka hiç kimseye faydası dokunmamış.

Bir çocuğun yüzünde oluşan gülümseye miniminicik bi katkıda bulunabilmek ise tüm o başarıların hepsinden çok daha değerliymiş.

Hele de “mutluyum, çünkü çok güzel insanlar tanıdım” cümlesini duymak..

O "güzel insanlar” arasında yer almak..

Hayatımda kendimi bu kadar özel hissedebileceğim, dünyadaki varlığımın bu kadar anlam bulacağı bir an daha olur mu bilmiyorum..

Kısaca özetlemem gerekirse; çocukluğumdaki bayramlık ayakkabılarımdan beri ilk defa yaka kartımı koyarak uyudum başucuma o gece.

Daha önce neredeydiniz bilemiyorum ama bundan sonra siz nereye ben oraya..

12 Haziran 2012 Salı

Geç zaman geç..




Nasıl oluyor günler, hayatlar geçerken, vakit bir türlü geçmiyor?
Artık çarşamba olmalı günlerden, perşembe olmalı, cuma olmalı.
Ve zaman orada donmalı.
Pazartesiye, salı hiç gerek yok.
Müsriflik tamamen.
Geçelim artık.
Ben sabırsız bi insanım ve yeterince uysal bi şekilde sabrettiğimi düşünüyorum.
Ama nihayetinde ben de bi insanım ve sabır sınırlarını zorlayarak insan ırkı adına çıtayı da yükseltip, kimseyi zor durumda bırakmak istemem.
Lütfen artık yarın olsun..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...